Tükendi
Gelince Haber VerHayatüs Sahabe Kitabının Tanıtım ve Satış Sayfasıdır
• 4 cilt,
• Ofset Baskı,
• Lüks Kutulu,
• 1. Hamur Kağıt,
• 2120 Sayfa..
ve Acirc;lemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’ya hamdeder; Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, onun âl ve ashâbma ve kıyamet gününe kadar onlara tâ-bi olanlara salât u selam getiririz.
Şüphe yok ki Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin sîretleri (hayat hikâye-leri) ve tarihleri iman kuvvetinin ve din duygusunun en kuvvetli kaynakla- rındandır. Müslümanlar bugüne kadar bunlardan iman parıltısı almışlardır. Küllenen kalbler bunlarla alevlenmiştir. Kalbler maddî rüzgârların ve fırtı-naların estiği alanda bulunduklarından çabucak sönerler. Kalblerinin sön-mesi hâlinde de müslümanlar kuvvetlerini, etkilerini ve kendilerini diğer üm-metlerden ayıran özelliklerini kaybederek cansız bir ceset hâline dönüşürler.
Bu tarih, kendilerine gelen İslâm dâvetine iman ve onu kalbleriyle tas-dik eden kahramanların tarihidir. Bu kahramanlar, Allah ve Rasûlü’ne dâ-vet edildiklerinde "Ey Rabb’imiz! Biz ‘Rabb’inize iman edin!’ diye imana çağıran bir dâvetçiyi (Hz. Muhammed’i veya Kur’ân’ı) işittik ve hemen iman ettik" ( ve Acirc;l-i lmran/193) sözlerinden başka şey söylememişler ve her konuda Hz. Peygamber’e destek olmuşlardır. Canları, malları ve aşiretleri onlar için pek fazla bir değer taşımıyordu. Allah’a dâvet yolunda her türlü meşakkati göğüslemeye hazırdılar. Bu uğurda acıları güzel telakki ediyorlardı. Bu dâ- vetin yakîni kalblerine nüfuz etmiş, nefislerine ve akıllarına hâkim olmuş-tur. Gaybe iman edip Allah ve Rasûlü’nü sevmelerinden dolayı kendilerin-den hârikalar sâdır olmuştur. Onlar mü’minlere karşı (kendi aralarında) mer-hametli, kâfirlere karşı şiddetli idiler. ve Acirc;hireti dünyaya, gaybı şuhûda (görü-nür âleme), hidâyeti de mal yığmaya tercih ederler; Allah’a dâvet hususun-da çok titizlik gösterirlerdi. Gâyeleri, insanları kula kulluktan Allah’a ibâ-dete sevkedip bâtıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adâletine, dünyanın darlı-ğından âhiretin genişliğine çıkarmaktı. Onlar beşeriyeti dünyanın süslerine ve mallarına önem vermemeye, Allah’a ve cennete kavuşmayı arzulamaya ve (müslümanları da) İslâm yardımının ve hayırlarının doğusundan batısı-na, dağlarından ovalarına, engin vadilerine varıncaya kadar bütün dünyaya yayılması hususunda büyük gayret sarfetmeye sevketmek istiyorlardı. Bu yolda dünya lezzetlerini unutup istirahatlarından vazgeçtiler. Yine bu uğurda va-tanlarını terkedip canlarını ve mallarının en hayırlılarını sarfettiler. öyle ça-lıştılar ki nihayet din tam mânâsıyla yerleşti; kalbler tamamen Allah’a yö-neldi. îman rüzgârları kuvvetli, temiz ve bereketli olarak esmeye başladı. Tev-
hid ve iman, ibâdet ve takva devleti kuruldu; rağbet arttı. Hidâyetin yeryüzünde yayılmasıyla insanlar gruplar hâlinde Allah’ın dinine girmeye baş-ladı.
Onların hâdiselerini tarih kitapları, haberlerini (yaşantılarım) da İslâm’ın divanları kaydetmektedir. Onlar her zaman için müslümanların hayatında yenilik ruhunun uyanmasına kaynaklık ettiler. Bunun içindir ki İslâm mü-câhitleri, ıslâhatçı ve dâvetçileri onlara (sahabilere) nisbet edilen bu hâdise-leri ve hikâyeleri nakledegelmişler; müslümanların gayretini uyandırma ve kalblerini iman ateşiyle tutuşturma hususlarında bunlardan yararlanmışlar-dır. Fakat öyle bir zaman geldi ki müslümanlar bu tarihe bakmaz oldular ve onu unuttular. Müslüman yazarlar, vâizler ve dâvetçiler son devir zâhit- lerinin, şeyh ve evliyalarının haberlerine yöneldiler. Kitaplarını bu zâhitle- rin, şeyh ve evliyaların kıssa ve kerâmetleriyle doldurdular. Halk bunlardan başka birşey okumaz oldu. Vaaz meclisleri, ders halkaları, kitap sayfaları bunlarla dolup taştı.
Bildiğimiz kadarıyla bu asırda ashâb-ı kirâmın haberlerinin ve yaşantı-larının faziletini, sayfalar arasında gömülü bulunan bu ıslâhatçı ve eğitici servetin Islâm dâveti ve dinî terbiye hususlarındaki önemini ve kalbler üze-rindeki tesirini kavrayanların ilki, (bu kitabın yazarı Muhammed Yusuf Kan- dehlevî’nin babası) büyük ıslâhatçı, meşhur İslâm dâvetçisi şeyh Muhammed îlyas KandehlevîMir. (Vefatı Hicrî 1363; M. 1944). Kendisi devamlı olarak bu konularla ilgili kitapları okuyor, okutuyor ve sonra da bunları, anlatma veya hatırlatma yoluyla naklediyordu. Onun Hz. Peygamber’in sîretine ve ashâb-ı kirâmm haberlerine çok düşkün olduğunu gördüm. Bunları talebe ve arkadaşlarıyla müzâkere ediyordu. Her gece içlerinden birisi bu hikâyele-ri okuyor, o da diğerleriyle birlikte bunları istekli bir şekilde dinüyordu. Bun-ların yeniden gündeme getirilmesini, neşredilmesini ve müzâkerelerinin ya-pılmasını istiyordu. Onun (Muhammed İlyas’ın) kardeşinin oğlu, büyük mu- haddis Şeyh Muhammed Zekeriya Kandehlevî, Urduca, orta büyüklükte bir kitap telif etti. Bu kitap sahabilerin yaşantıları hakkında yazılmış olup adı da Hikâyâtu’s-Sahâbe (Sahabilerin Hikâyeleri) idi. (Onun Evcezü’l-Mesâlik ilâ Muvatta-i imam Mâlik adlı bir kitabı daha vardır). Amcası onun bu ki-tabını görünce çok sevindi. Halkı Allah’ın dinine dâvet edenlere ve bunun için yolculuklara çıkanlara bu kitabı okumalarım ve müzâkere etmelerini tav-siye ederdi. Sözkonusu kitap bugün de, tebliğ yapmak ve Allah yolunda ci-hat etmek isteyenlerce okunması tavsiye edilen en mühim kitaplardan birisi olup dinî çevrelerde büyük kabul görmektedir.
Şeyh Muhammed Yusuf, babası büyük Şeyh Muhammed tlyas’ın mi-rasçısı olarak (onun vefatından sonra) tebliğ vazifesini omuzlarına aldı. Hz. Peygamber’in sîreti ile ashâb-ı kirâmın ahvâline olan iştiyakında da ona mi-rasçı oldu. Esâsen hayatta iken babasına bu hikâyeleri ve dersleri siyer ki-taplarından ve sahabenin hayatlarını anlatan eserlerden okuyan da oydu. Onun vefatından sonra da dâvet hususunda çok meşgul olmasına rağmen siyer, tarih ve tabakât kitaplarını mütâlaa etmekten geri kalmamıştır. Bil-diklerimiz arasında sahabilerin haberleri ve hallerinin incelikleri hususunda ondan daha geniş bilgi sahibi olan birisi yoktur. Kendisi bu haberleri ve in-celikleri her fırsatta nakleder, onlardan en güzel bir şekilde delil getirirdi. Bu haberleri en güzel şekilde derleyen de yine odur. Konuşmalarında, yazış-malarında ve konferanslarında en çok bunları kullanırdı. Konuşmasının, in-sanları adeta büyüleyen sözlerinin kalbler üzerindeki tesirinin yegâne kay-nağı bu tarihî hikâyeler ve doğru kıssalardı denilebilir. Kitleleri fedâkârlık yapmaya, başkasını kendi nefsine tercih etmeye, zorlukları önemsememeye, Allah yolundaki meşakkatlara göğüs germeye sevkeden de bu hikâyelerdir. Onun zamanında Arap ülkelerine, Amerika’ya, Avrupa’ya, Japonya’ya ve Hint Okyanusu adalarına dâvet götürülmüştür. O sıralarda dâvetçilerin ve bu amaçla seferlere çıkanların okuyup aralarında müzâkere edebilecekleri; kalblerini ve akıllarını besleyecek, dinî duygularını coşturup yol gösterecek, canlarını ve mallarını Allah yolunda seve seve fedâ ettirecek ve onları Allah yolunda hicrete, yardımlaşmaya ve güzel ahlâka teşvik edecek büyük bir ki-taba ihtiyaç vardı. Bu, öyle bir kitap olmalıydı ki onu okuyanların nefisleri gözlerinde, gölcüklerin büyük denizler, uzun boylu insanların da yüce dağ-lar karşısında küçülmesi gibi küçülmeliydi. Yine bunu okuyan müslümanlar amellerini azımsayıp Allah’a dâvet yolunda hayatlarını hiçe sayarak gayrete gelmeliydiler.
Allah Teâlâ, Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî’ye bu büyük konuda dâvet faziletinin yanısıra böyle bir kitap telif etme faziletini de bahşetmek diledi. Halbuki kendisi ders vermekle, toplantılar düzenleyip irşad ve tebliğ amacıyla büyük yolculuklar yapmakla ve dışardan gelen heyetlerle meşgul olduğundan telif ve yazı hayatından uzak bulunmaktaydı. Bununla birlikte Allah’ın tevfiki ve yardımı ile ve bir de sahip olduğu olağanüstü gayretle te-life de zaman ayırabildi. Böylece, çok zor birşey olan dâvetle telifi biraraya getirdi ve Allah’ın izni ve yardımıyla önce imam Tahâvî’nin Meâni’l- ve Acirc;sâr adlı kitabının şerhini Emâni’l-Ahbâr adıyla ve büyük ciltler hâlinde şerhet- meye, sonra daHayâtu’s-Sahâbe adlı kitabı üç büyük cilt hâlinde yazmaya
muvaffak oldu. Bu kitabında (Hayâtu’s-Sahâbe’de) siyer, tarih ve tabakât kitaplarında dağınık bir şekilde yer alan konulan derledi. Konulara Hz. Pey-gamberin haberleriyle başhyor; ikinci derecede de sahabilerin kıssalarına yer veriyordu. Bunların özellikle dâvet ve eğitimle ilgili olan; dâvetçileri ve eği-ticileri ilgilendiren taraflarını ele alıyordu. Böylece bu kitap dâvetçiler için bir hatırlatma, Allah yolunda çalışanlar için bir azık ve bütün müslümanlar için de bir iman ve yakîn medresesi oldu. Müellif bu kitabı sahabilerin ha-berlerinden derlemiştir. Ashâbın, tek bir kitapta bulunmaları pek nâdir olan sîret, kıssa ve hikâyelerini bu kitapta bir ar aya getirmiştir. Bunu yaparken de birçok hadis, müsned, tarih ve tabakât kitaplarını elden geçirmiştir. İşte bunun içindir ki kitap sahabe asrını tasvir etmekte, onların (ashâbın) hayat-larını, hasletlerini, ahlâk ve hatıralarını bizlere nakletmektedir. Kıssa ve ha-berlerin derlenmesi sırasında yapılan dikkatli araştırmalar kitaba da yansı-mış ve onun tesirini artırmıştır. Bütün bu özelliklerinden dolayıdır ki bu ki-tabı okuyan kimse kendisini iman, dâvet, kahramanlık, fazilet, ihlas ve zühd ortamında bulur.
Eğer "Kitap, yazarının kalbinden geçenlerin bir parçası, yaşantısının nü- mûnesidir; dolayısıyla inançlarından, madde ve mânâsındaki yaşantısından etkilendiği kadar tesirli ve başarılı olur’ demek doğru olursa şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bu kitap hem etkili olmuş ve hem de gâyesine ulaşmıştır. Çünkü yazarı onu inancından dolayı ve İslâm’a karşı duyduğu muhabbet ve iştiyak şevkiyle yazmıştır. Ashâb-ı kirâm sevgisi onun etine, kanına ka-rışmış; duygu ve düşüncelerini tamamen kaplamıştır. Allah Teâlâ onun öm-rünü uzun, hayatını bereketli kılsın! (Müellif Hicrî 1384 senesi Zilkâde ayı-nın 29. günü Lahor’da Allah'ın rahmetine kavuşmuştur; ki bu Milâdî 2 Ni-san 1965 tarihine denk gelmektedir).
Bu kitabın benim veya bir başkasının takdimine ihtiyacı yoktur. Çünkü onun müellifi büyük bir insan, ihlas sahibi bir zattır. Tanıdığım kadarıyla ve inancıma göre o İlâhî bir ihsandır. İman ve dâvet kuvvetinde devrin hase- nelerinden (güzellik ve nimetlerinden) biridir. Kendisini dâvete veren ve bu yolda herşeyinden vazgeçen, benzerine ancak uzun fetret devirlerinden son-ra rastlanılan bir kimsedir. O, hareketlerin en kuvvetlisi, en genişi ve nefis-lere tesir etme bakımından en muazzamı olan dinî bir hareketi idare etmek-tedir. Kendisi bu önsözü yazdırmak sûretiyle bana ikramda bulunmuştur. Ben de bu satırları, bu büyük çalışmaya katkım olsun ve beni Allah’a yak-laştırsın diye yazdım. Allah bu kitabı kabul buyursun ve kullarını ondan fay-dalandırsın.
Müellif Muhammed Yusuf Kandehlevî Kimdir?
MuhammedYusuf Kandehlevî, Muhammed îlyas Kandehlevî’nin oğlu olup Hindistan’ın Şah Cihan zamanında dindarlığıyla, müderris ve mürşit-leriyle tanınmış meşhur bir ailesine mensuptur. Hicrî 25 Cemâdiye’l-Ûlâ 1335 (20 Mart 1917 Salı) tarihinde Hindistan’ın Dehli vilâyetinde dünyaya gelen müellif, ilim ve amelleriyle şöhret bulan bir aile çevresinde büyümüştür. Bü-yük âlimlerden okumuş, onların terbiye ve murâkabeleri altında yetişmiştir. On yaşında iken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen Muhammed Yusuf Kandehlevî ilk tahsilinden sonra İslâmabad’da bir hadis mektebinin müdürü olan Şeyh Abdullatif ve benzeri âlimlerden ders almış; daha sonra da amcasının oğlu Şeyh Muhammed Zekeriya Kandehlevî gibi büyük muhaddislerden hadis oku-yarak 1354 (Milâdî 1935) dolaylarında mezun olmuştur. Tam bir ilim âşığı olan müellif vaktinin çoğunu ilim tahsiline vermiştir. Hadis öğrenimi esnâ- sında Tahâvî’nin Meâni’l- ve Acirc;sâr adlı kitabının şerhinin şerhi olan Emâni’l- Ahbâr isimli kitabıyla telife başlamıştır. Çevresi daima mürşit ve âlimlerle doluydu. Ailesinin bütün fertleri dinî ilimlerde kendilerini yetiştirmiş kişi-lerdi. Bunların her birinden çeşitli yönlerden feyiz alan Muhammed Yusuf nihayet 21 Recep 1362 (24 Temmuz 1943 Cumartesi) tarihinde babası, bü-yük mürşit Şeyh Muhammed îlyas’tan icâzet aldı. Bundan az bir zaman sonra babası vefat etti.
Babasının vefatından sonra Şeyh Muhammed Yusuf’un hayatında bü-yük değişiklikler oldu. Bütün vakitlerini ilme ve telife vermişken ani bir şe-kilde irşada yöneldi. Artık bir yerde durmuyor, köy köy, kasaba kasaba bü-tün Hind kıtasını (Hindistan ve Pakistan’ı) dolaşıyor, gece-gündüz, yılmadan- yorulmadan çalışıyordu. Yirmidört saatinin ancak iki veya üç saatini istira-hata ayırıyordu; boş vakti yoktu. Katıldığı toplantılarda saatlerce konuşu-yordu. Konuşmalarının çoğu Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin hayatların-dan örnekler vermekle geçiyordu. İrşad ve tebliğ vazifesini yerine getirirken birçok uzun konuşmalar ve meşakkatli yolculuklar yaptı. Yirmi küsür sene-lik irşad hayatı boyunca elliden fazla büyük toplantı düzenledi. Hindistan’-la Pakistan’ın ayrılmasından sonra da Doğu ve Batı Pakistan şehirlerine onaltı sefer yaparak buralarda toplantılar tertip edip konuşmalar yaptı. Kendisi İs-lâmiyet’in beşiği mesâbesinde olan Mekke ve Medine’de de irşad ve tebliğ çalışmaları yapmak ve buraların halkından ilgi görmek istiyordu. Bu şekilde her sene hacca gelenler vasıtasıyla bütün dünyaya yayılma imkânı bulacağı-nı ümit ediyordu. Bunun için de önceleri Hindistan’ın büyük liman şehirle- rinde deniz yoluyla hacca gidenlere İslâm’ı tebliğ etmeye başladı; bunların arasından tebliğ vazifesine cân u gönülden katılanlar oluyordu. Sonraları ise Hicaz’a (Arabistan’a) bizzat yolculuklar yaptı; kendisi gitmese bile heyetler gönderiyordu. Onun bu faaliyetlerinden haberdar olan İslâm ülkelerinin yö-neticileri onu kendi memleketlerine dâvet ediyorlardı. Başında bulunduğu Tebliğ Cemaati’nin faaliyetleri Hz. Peygamber’in ve ashâb-ı kirâmınm ya-şantılarını anlatmak sûretiyle İslâm dinini tebliğ etmekten ibaretti. Muham-med Yusuf Mekke ve Medine’den sonra Mısır, Sudan ve Irak’a da heyetler göndermiştir. Böylece kısa bir süre içerisinde bu tebliğ ameliyesi bütün Arap yarımadasına yayıldı. Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî’nin faaliyet mer-kezi Hindistan’ın Dehli şehriydi. Bu merkeze çeşitli İslâm ülkelerinden de-vamlı olarak heyetler gelip gitmekteydi. Onun zamanında Tebliğ Cemaati’-nin faaliyetleri Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştı. Onun içten gelen ko-nuşmaları dinleyicilerin kalbinde meşâleler tutuştururdu.Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî son hac seferinden döndükten bir yıl kadar sonra, tebliğ ve irşad vazifesini ifa amacıyla, hazırlıklarını tamam-layarak 10 Şevval 1384 (12 Şubat 1965) tarihinde uzun bir yolculuğa çıktı. Gittiği yerlerde tarihin belki de benzerini kaydetmediği büyük ve kalabalık toplantılar düzenleniyordu. Bu toplantılarda bütün kuvvetiyle konuştuğu için ses telleri bozulmuş; öksürük dâhil birçok rahatsızlıklara ve hastalıklara ya-kalanmıştı. Çıktığı bu büyük yolculuğun sonunda Hindistan’a dönmek üze-re olduğu bir sırada Lahor’da düzenlenen büyük bir toplantıda konuştuğu günün gecesinde sabaha kadar ter dökmüş, ertesi günü hastaneye götürülür-ken yolda vefat etmiştir (Hicrî 29 Zilkâde 1384 - Milâdî 2 Nisan 1965). Mü-ellif merhum vefatı esnasında kelime-i tevhidi tekrarlıyor. Hz. Peygamber’e salât u selam getirerek ondan rivâyet edilen duaları okuyordu. Lahor’da bü-yük bir kalabalık tarafından iki defa cenaze namazı kılındıktan sonra na’şı Dehli’ye götürüldü. Burada da güneşin doğuşuyla birlikte yetmişbin kişi ta-rafından ikinci bir cenaze namazı daha kılındı. Bu namazı amcasının oğlu, muhaddis Muhammed Zekeriyya Kandehlevî kıldırdı. Namazdan sonra da babasının defnedilmiş olduğu Nizamuddin kabristanına defnedildi.Müellif merhum orta boylu, elâ gözlü, siyah sakallı ve gür saçlı idi. Çeh-resi geniş, gözleri parlak ve son derece çekiciydi. Kendisi dalgın görünürdü. Müritlerinin her biri ‘Şeyhim beni herkesten daha çok seviyor’ kanaatinde idi. Sohbetlerinde sadece dinî konuşmalar yapar ve dinlerdi. Samimi ve inançlı bir kimse idi. Özellikle Hz. Peygamber’in ve ashâbının ve onların tâbiinleri- nin yaşadığı devirler hakkında derin bir bilgiye sahipti. Bu zat Allah Teâlâ’ nın, kendisini üstün ve güzel sıfatlarla donattığı bir hârikası idi. Konuşma-ları ve yaptığı dualar dinleyiciler üzerinde büyük bir etki bırakırdı. Öyle ki, onu dinleyenler çoğu zaman ağlarlar, bazan da kendilerinden geçerlerdi. Al-lah Teâlâ’nın kendisine bahşetmiş olduğu olağanüstü gayret ile kısa bir za-manda hedefine ulaştı. Bütün hayatı dopdolu olmasına rağmen Hayâtu’s- Sahâbeve Emâni’l-Ahbâr adında iki büyük kitap telif etmiştir. Kendisinden sonra mirasçısı olan oğlu Muhammed Harun onun yolundan gitmektedir. Ruhu şâd olsun! Allah’ın salât ve selâmı onun ve tüm müslümanlarm üzeri-ne olsun.